Sürdürülebilir Gıda

24.11.2019


İnsanlar, dünyanın varlığının ilk zamanlarından bu yana tarımla ilgilenmişlerdir. O dönemlerde insanların sahip olduğu en kıymetli varlıkları topraklarıydı. Doğal kaynakları tüketirken, üretim yapmanın ne kadar önemli bir gereklilik olduğunun farkındalardı ve gıda ile tarım alanında üretime ciddi katkıları vardı. Ancak şu an yaşadığımız dönemde işler tersine dönmüş durumda, sanayi devriminden sonra kalkınmanın sadece katma değeri olan ürünlerle olabileceği konusunda bir anlayış gelişmeye başladı. Ekonomi, kalkınma, sanayi alanında yapılan gelişmeler tarımsal kalkınmaya ters etki yaratmaya başladı. Tarımsal üretimler azaldı, köyden kente göç arttı, nüfus arttı, işsizlik katlanarak artışa geçti. Bunları sadece Türkiye için olarak düşünmek yanlış olur. Bu süreç dünyanın çoğu ülkesinde yaşanan olumsuzluklardır. Dünyada şu anda var olan bir savaştan bahsediyoruz. Bu savaş, doğaya karşı verdiğimiz bir savaştır. Sorunun en büyük nedenlerinden birini, üretim süreçlerinin ve mevcut kaynakların neo-liberal politikalar ile beslenmiş toplumun, oluşmuş tüketim algısına ve sahte ihtiyaçlarına yetmemesini gösterebiliriz. Artan nüfus ile birlikte artık kitlesel üretim sadece mevcut kaynaklarımızı hızla tüketmedi aynı zamanda geleceği de ciddi şekilde tüketmeye
başladı. Aslında insanlar gelecekte dünyanın doğal kaynaklarının ne derecede tükeneceğini tahmin edebiliyor. Ama buna rağmen bu tehlikeyle savaşan çok az bir kesim olduğu görülmektedir.

Gıdanın adaletsiz dağılımı, tarımsal üretim kalitesinin azalması ve su kirliliğinin artması dünyanın belli bölgelerinde açlık savaşına ön ayak olmaktadır.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) bu sene 16 Ekim Dünya Gıda günü için temasını sıfır açlık ve sürdürülebilir gıda olarak belirlemişti. Şu an dünyada herkese kadar yetebilecek kadar gıda bulunuyor, fakat buna rağmen halen dünyanın azımsanmayacak kadar büyük bölgelerinde açlık yaşanıyor. Yeterli miktarda gıda bulunsa da adil dağılım olmadığı sürece dünyanın belli bölgelerinde ne yazık ki açlık yaşanmaya devam edecektir. Açlığın yanı sıra obezite sorununda da ciddi bir artış gözlenmektedir. Bunun nedeni de fazla gıda tüketiminin yanında sağlıksız gıda tüketimlerinin artmasıdır. Ne yazık ki hızlı tüketim sağlanması adına yapılan üretimlerin ve insanların alış-veriş alışkanlıklarının bu yöne kayması ile bilinçsiz tüketim anlayışı olmuştur. Besin değeri önemsenmeden, gıda ürünlerinin içeriği bilinmeden yapılan alış-verişin obezitenin artmasında rolü büyüktür.

Temiz ve sağlıklı gıdaya ulaşmak giderek zorlaştığı için sağlıklı yaşamak lüks haline gelmiştir. Dünyanın belli bölgelerinde oluşan açlığı engellemek ve gelecek nesillerin obezite olma riskini azaltmak için sürdürülebilir gıda ve tarım sistemleri uygulanmaya başlanmalıdır. Sürdürülebilir tarım ve gıda sistemlerinin dünyanın birçok bölgesinde başarılı sonuçlar elde edildiği görülmüştür. Sürdürülebilir tarım ve gıda sistemlerinin yürütülmesi konusunda geri kalmış ülkemiz, coğrafik konum ve iklim koşulları yönünden tarım yapmaya oldukça elverişlidir. Bu şansı değerlendirmek ve geliştirmek adına ivedilikle sürdürülebilir tarım ve gıda sistemlerinin konvansiyonel üretimin önüne geçmesi sağlanmalıdır.

Bugün dünyada yeterli kaynak olmasına rağmen açlıktan, insanların temiz ve adil gıdaya ulaşamadığından söz ediyoruz. Ancak kapımızı çalan küresel iklim krizi tarım alanlarının dolayısıyla de gıda kaynaklarının azalmasına neden olmaktadır. Bu durum dünyanın çok daha büyük bir bölümünün açlıkla mücadelesini arttıracaktır.Tarımsal üretimler, konvansiyonel üretimlerden uzaklaşmadığı sürece ne yazık ki bunun önüne geçilemeyecektir. Konvansiyonel üretim sınırsız değildir. Konvansiyonel üretim için kullanılan tohumun, gübrenin ve ilacın ithal edildiğini düşünürsek aslında faydadan çok zararı olduğu da görülür. Yerli tohum kullanmak, organik tarım yapmak ve yapılan uygulamaların izlenebilirliğini sağlamak bir çözüm olacaktır.

İnsanlar doğaya el sürmeye devam ettikçe var olan kaynaklar tükenmeye mahkumdur.Özellikle ormanlık alanlar toprak verimliliği fazla olduğundan dolayı tarımsal üretimler için kullanılmaya başlanmıştır. Tarımsal arazilerin azalması, zirai üretimi ormanlık alanlara yönelterek değil, var olan toprakları değerlendirerek önlenebilir. Konvansiyonel üretim sonucu toprak değerini kaybedince topraktan vazgeçmek çözüm değildir.  Tarımsal arazilerde üretimdeki yönelim, miktar bazlı olmamalıdır. Sürdürülebilir üretim yapmaya dönülürse toprak verimliliği dolayısıyla alınan ürünün verimliliği de artacaktır. Ekosistem insanlar tarafından oluşabilen bir sistem değildir, doğa kendi sınırlarını kendisi çizer. Yaşanabilecek olan ekolojik krizi önlemek için ekosistemin sınırlarına insanlar tarafından müdahale olmamalıdır.

Sürdürülebilir tarım ve gıda birbirine bağlıdır. Ancak ortaya çıkan gıda atıkları sürdürülebilirlik ilkesine aykırıdır. Özellikle ülkemizde ekmek, ulaşımı en kolay olan gıdadır.Bu nedenle ekmek atığının çok ciddi miktarlara ulaştığı görülmektedir. Bunun yanı sıra sebze, meyve gibi kilogram usulü satılan gıdaların ihtiyaçtan fazla miktarda alınması ve nasıl koruyacağının bilinmemesi sonucu çöpe atılmaktadır. Bunun önüne geçebilmek için; Öncelikle alış-veriş listesi yapma alışkanlığı kazanılmalı, gıdaların muhafaza şartları bilinmeli, tüketilecek miktardan fazla yemek pişirilmemeli, tavsiye edilen tüketim tarihi ve son tüketim tarihi arasındaki farkı bilinmelidir. (tavsiye edilen tüketim tarihi gıdanın kalitesi ile ilgilidir ve o tarihe kadar uygun koşullarda saklandığında gıdanın tüm özelliğini koruyacağı anlamına gelir. Son tüketim tarihi ise gıda güvenilirliği ile ilgilidir ve o tarihten sonra tüketilmesinin insan sağlığına zararlı olacağı anlamını taşır.) Kısacası besin kaynağı olan gıdanın çöp olmaması için uğraşılmalıdır.

Bireysel bilincin artması gıda arzlarında farkındalık yaratacaktır. Bu sayede üreticinin yönelimleri de sürdürülebilirlik yasalarına doğru kayacaktır. Bireysel bilinç burada kilit noktadır çünkü sektörel üretimler büyük çaplı üretimlerdir ve ekolojiye yarattığı etki aynı çapta büyük olmaktadır. Bireysel yönelimler değiştikçe sektör de arzlara yönelik üretim yapacaktır. Bu üretim de çevreyi koruma bilinciyle iç içe olmalıdır.  

Gıda ve tarım sektöründe birçok tartışma söz konusudur. Gün geçtikçe yaşanan sorunları arttığı ve dolayısıyla yeni sorunların açığa çıktığını görülmektedir. Bu süreçte uzmanlık alanlarına göre gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri ve veteriner hekimlerin tartışmalara dahil edilerek çözüm getirilmelidir. Uygulama kısımlarında ise yine uzman danışmanların eşliğinde çalışmalar yapılmalıdır.

Gıda ve tarım sektörü tüketicilerin oluşturduğu arzlara göre yönelim sağlar. Bundan dolayı tüketici bilinci gıda zincirinin en önemli aşamasıdır. Tüketicinin fark yaratmasıyla oluşan yeni yaklaşımlarla sürdürülebilir yönünde ilerlenmesi daha kolay olacaktır. İlkokul ve ortaokul seviyesinde öğrencilere, tüketim alışkanlıklarının belirlenmesine yönelik eğitimler düzenlenmesi gerekmektedir.

Küçük ve orta ölçekli işletmeler ekonomik kalkınmada büyük öneme sahiptir. Bu nedenle özellikle desteklenerek arttırılması gerekilir. Küçük işletmelerin varlığı dünyada var olan gıda dağılım adaletsizliği ve açlık sorununu yenebilmek adına bir yol olarak görülmektedir. Kooperatifleşme ile düzgün çalışma sahası oluşturarak, kontrollerin ve desteklerin artması sağlanmalıdır. Böylelikle tekelleşmenin de önüne geçilerek rekabet ortamı yaratılacaktır.

TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Basın Açıklaması